Nefret yok mu? Futbol var mı?
Nefret yok mu? Futbol var mı?
Malumunuz, geçtiğimiz hafta sonu Süper lig takımları sahaya Kulüpler Birliği'nin "Nefret yok, Futbol var" mottolu pankartıyla çıktı.
Pankartı görü görmez, "haydi hayırlısı" dedim.
Geçmiş tecrübelerim, kulüpler ne zaman böyle bir söylemde bulunsa saha içi ve dışında kavga, gürültünün eksik olmadığını hatırlattı bana. Çok geçmeden korktuğum başıma geldi.
Fenerbahçe-Trabzonspor maçındaki hakem hatalarından sonra gelişen olaylar iki kulübün yöneticilerini de pimi çekilmiş el bombasına çevirdi.
Ne kadar garip ki sevgi, dostluk, barış çağrısı yapanlar, canı yanınca ortalığı ilk karıştıranlar oluyor.
Çünkü tribüne oynamak geçer akçe! Benim üzüntüm, bunca karmaşa içinde aslında çok doğru bir söylemin güme gitmesi oldu.
Özellikle sosyal medya yoluyla oluşturulan şiddet ortamı futbolu kaotik bir dehlize sürüklüyor.
Ligimizde kaliteli futbol yok.
İki, üç yüksek bütçeli takım ve büyük paralar verilen futbolcular var.
Avrupa arenasında beş takımdan üçüyle devam edip, İspanya'dan 6 gol yediğimizde aslında takke düşüp kel görünmüştü.
Velhasıl ortada doğru düzgün futbol yok ama bolca kavga gürültü ve tehlikeli şekilde büyüyen bir nefret ortamı var.
Bu gidiş, gidiş değil!
SERGEN HOCA'NIN "DOKUNUŞ"U
Başakşehir karşısında bitime yirmi dakika kala oyuna soktuğu Demir Ege ve Cengiz'in asist ve gol katkısı yapması bir teknik adam için en büyük ödüldür.
Sergen Yalçın'ın elinde sihirli değnek yok. Bir anda bütün sıkıntıların ortadan kalkacağını düşünmek hayalcilik olur.
Zaten kendisi de buna vurgu yapıyor.
Aslında yukarıda sözünü ettiğim küçük dokunuşlar, yapılacak önemli değişimlere ulaşabilmek için kredi kazanmayı sağlıyor. Teknik direktör dokunuşu derken bunu kastediyoruz. Maç içindeki hamle, seçim vb. dokunuşlar oyunun kaderini olumlu etkilerse sizden iyisi yok.
Kimi zaman bu seçimlerden sonuç alamadığınız da olur.
Ama dokunuşlar sizi büyük resimdeki değişime taşıyacak yolu açarsa planlarınız tutmuş olur.
Sonrası, bir teknik direktör takımı olmak anlamına gelir ki, zaten ideal hedef bu değil mi?
TEDESCO İÇİN ERKEN AMA…
Yeni bir teknik adamın (Hele bu teknik adam yabancıysa) bir takıma adapte olması 6 ile 8 hafta arasında süre alıyor. Bunu ben söylemiyorum Futbol ile ilgilenen hemen herkes bilip, kabul ediyor.
Kendi takımınızı, rakipleri, ligin dinamiklerini tanıyacak, geldiğiniz ülkenin gerçeklerini de özümseyeceksiniz.
Kolay iş değil. Bizim gibi kendine has yapısı olan ve akıl değil, duygu yönü ağır basan yerlerde bu süreç daha da sancılı oluyor.
Bu pencereden bakınca Tedesco'nun zamana ihtiyacı olduğu açık.
Ama Fenerbahçe'nin öyle bir zamanı yok!
Dolayısıyla Tedesco yarışırken tanımak ve başarılı olmak zorunda.
Daha ilk maçta, "Neden İrfan Can yok?" ya da "Niye Oğuz oynamıyor?" diyen çok Fenerbahçeli gördüm.
Haklı da olabilirler ama bu kadar sabırsızlıkla yol almak mümkün mü?
Tedesco'nun önce yukarıdaki bölümde söz ettiğim dokunuşlarını görmek, sonra kendi sistemi ve doğruları çerçevesinde neleri değiştirebildiğine bakmak durumundayız.
Alanya, Beşiktaş ve Konyaspor'u yendi. Ama dar rotasyon nedeniyle hayli yıprandı. Hocanın rakibi doğru tahlil etmesi ve nefes aldırmadan skor üstünlüğü yakalaması şart.
Kasımpaşa maçı da kazanılırsa Avrupa sınavına hasarsız ulaşılır.
Tedesco'nun ilk amacı milli araya kayıpsız gitmek olacaktır. Başarırsa yolu açılır Aksi halde işi çok zor!
"DEV" GİBİ BAŞARI
Basketbol milli takımımızın Avrupa Şampiyonasında sergilediği performansla gurur duyduk. Voleybolcu kızlarımızdan sonra, onlar da çok önemli bir turnuvayı alınlarının akıyla tamamladı.
Turnuvadan önce Ergin Hoca "hedefimiz madalya" dediğinde çok kişinin kafasında şüphe vardı.
Oysa 12 Dev Adam öyle bir turnuva geçirdi ki, Dünya Şampiyonuna karşı kafa kafaya giden maçtan mağlubiyetle ayrılmak herkesi çok üzdü. Oyun ve mücadele büyüyünce, beklenti de büyüdü. Basketbolumuzun kulüpler bazında önemli başarıları var.
Ama milli takım başarılı olmazsa ilgi "kadük" kalıyor.
Genç nesli sokaklarda basketbol oynamaya itecek güç, 12 Dev Adam şarkısıyla vücut bulan basketbol ruhudur. Bu anlamda çok önemli bir eşik aşıldı. Bu takımın bir, iki yeni oyuncuyla daha büyük başarılara ulaşması artık kimseyi şaşırtmaz.
Hatırlarsanız 2001'in finalist takımında Hidayet Türkoğlu, İbrahim Kutluay, Mehmet Okur ve Mirsad Türkcan gibi müthiş yıldızlar vardı. Şimdiki takım belki bireysel anlamda bu kadar çok yıldıza sahip değil.
Ama daha dinamik, daha birbirini tamamlayan bir görüntüsü var. Geldiğimiz noktayı yeterli görmek ve daha çok çalışırsak, yolumuz açık olacaktır.